Ufak Bir Otobiyografi Part 3

Yol fotosu risksiz, akarı yok, kakarı yok.

Nabza Göre Şerbet


Birkaç yıl önce, babamla evde oturup televizyon izlediğimiz bir gün; bir kanalda "Çağrı" filmine denk geldik. Daha önce de birkaç defa yarım yamalak izlemiştik, izlediğimiz kadarıyla da beğenmiştik, o gün de açtığımız andan bitene kadar izledik.

Filmin bir yerinde babam "Bu Anthony Quinn Müslüman olmuş mu?" diye sordu. Ben de "Ne alâka adam oyuncu, ne        verirseler onu oynuyor" tarzında birkaç şey söyledim. Babam da "Olur mu oğlum öyle şey! Ezan sesini duyup etkilenip      (kalbi yumuşayıp) Müslüman olanlar var, Kuran'dan bir ayeti duyup etkilenip (bu insan ürünü olamaz deyip)                      Müslüman olanlar var, İstanbul'daki büyük camilere gidip onlardan etkilenip Müslüman olanlar var dedi. (Hadi ilk            ikisini   az çok anlarım. Ayetler, Allah'ın sözleri. Ezanı birden fazla sahabe aynı gece rüyasında görmüş, Allah'ın birinci      kaynaktan mesajları şeklinde bakabiliriz. Camiden nasıl etkilenip kendini din değiştirmeye ikna edersin? Sonuçta kul yapımı olan bir şey. Acaba şöyle bir mantık mı var? " Bu eser çok etkileyici, bunun ilhamı doğaüstü bir güç tarafından gelmiş olmalı ve o doğaüstü güç de kesinlikle doğru olmalı") 

Ben de babama "Sen kiliseye gitsen çok etkilensen, ayinlerini dinlesen ve hoşuna gitse, Hz. İsa ile ilgili bir filmde oynasan sonrasında Hıristiyanlığı düşünür müsün? Düşünmeyi geç bir araştırıyım der misin?" dedim. (Çok orijinal karşı argüman sunmuşum.) O da "Oğlum biz zaten Müslümanız doğru yolu bulmuşuz (burada babam için doğru yolu bulmak şu: anne ve babasının Müslüman olması, dolayısıyla kendisinin de Müslüman olması ve bir daha bu konu hakkında hiç düşünmemesi)" dedi. 

Ardından ben de "Bu gibi nedenlerle Müslüman olsa bile, bu doğru bir Müslüman olma biçimi değil. Okuyup, araştırıp olması lazım" gibi bir iki şey daha söyledim. Zaten oldum olası insanların başkalarına çuvaldızı batırıp kendilerine iğne batırmaması (burada analojiye kazık daha uygun galib) olayına ayar olurdum, bu da akşam uyumaya çalışırken lisede yaşadığım benzer diyalogları aklıma getirdi. Lisedeki tartışmamızda konu başka dinlerin kaynaklarını okuyup okumamakla ilgiliydi. Bir arkadaşım " İnsanlar hiç araştırmıyor, sorgulamıyor. Zaten Kuran'ı bir okusalar, Müslüman olacaklar" demişti. Ben de ona "Sen hiç başka bir dinin kaynağını okudun mu veya okumayı düşünüyor musun?" diye sormuştum. O da " Önce kendi dinimizi öğrenelim, o kadar kaynağımız var, sonra onlarınkini okuruz tebliğ için kullanırız" demişti. 

Karar verme sürecinden önce; kendi dini kitaplarımız için ayrılan süre onlarca yıl, başka dini kitaplara ayrılan süre ise birkaç okuma. Ayrıca okumaya başlanırken; "Ulan bu da doğru olabilir mi?"yi geçtim, "Şunda ne varmış" bile değil, "Okuyalım saçmalıklarını görelim, tebliğ için kullanırız" şeklinde bir önyargı var. Hiç okumadığımız, bilmediğimiz bir dinin mensuplarını; dinlerinin saçmalığını görmemekle suçlamak çelişkili ve saçma. Ve üstüne üstlük dinlerinin saçmalığını gören (bize göre) kişilerden; başka dinleri araştırmasını beklemek, sonrasında bunu yapmadıkları zaman yeterince düşünmemek ve araştırmamakla suçlamak saçma ve samimiyetsiz. Böyle düşünen kişilerin tarafsızlık kriterini sağlayabilmek için, herhalde ateist olmaya insan ömrü yetmez çünkü önce binlerce dine girip çıkmak gerekiyor.

Bahsettiğim örnekler çok uç örnekler gibi gelebilir ama verdiğim örneklerdeki gibi düşünenler hem hiç de az değil (ya da ben değişik bir çevreye düştüm) hem de birçoğumuz böyle saçma da olsa bir mantık kurup kendini rahatlatmaya bile çalışmıyor(bence hiç uğraşmamak böyle mantık yürütmekten daha iyidir her halükarda)  sadece Müslümanlığın içinde doğmuş ve Müslüman.

Çoğumuzun iyi veya kötü bir kısmında yer işgal ettiği çelişki ve samimiyetsizlik skalası, oldukça geniş bir yelpaze. Ve maalesef çoğunlukla skalada ortalara yaklaştıkça kendimizi hiç samimiyetsizlik veya çelişki barındırmadığımıza ikna ediyoruz. (Kimler var ben yine iyiyim gibi.) Örneğimiz özelinde ortalara yaklaşma derken kastettiğim kitle; ayetleri okuyan ve her okuduğunda bir kez daha "Allah ne güzel söylemiş, böyle bir yazı insan ürünü olamaz" diyen ve ayetlerin hepsini günlük hayatta tam tersi şekilde de kafa yürütebiliyorken kendine mantıklı geliyormuş gibi yorumlayanlar.

Uzman olmamam ve açıkçası çok da uzun uzadıya araştırmamam sebebiyle zaten bu tartışmaların merkezinde yer alan ayet ve konularla ilgili örnekler vereceğim ve örnekler çerçevesindeki akıl yürütmelerimizi inceleyip, samimiyetsizlik ve çelişki skalasında bir yerlere oturtmaya çalışacağım. Çok sık kullanılan argümanlardan kendi adıma en muzdarip olduklarımdan birisi; başka dinlerden İslam'a geçenler konusu ve "O kadar İslam' a geçen var, düşünüp araştırıp senin okuduğunun 10 katı kadar kitap okuyup İslam'a geçen var, ne yani onlardan iyi mi biliyorsun?" serzenişi.

Evet, daha iyi biliyorum, olamaz mı? (Götümüzü yere yaklaştıralım ve incelemeye başlayalım.) Mesele burada daha iyi bilip bilmemek değil zaten, önemli olan şey kendini ikna edebilmek ve olayları olabildiğince mantığına oturtarak kendi içinde tutarlılığını sağlamak ve inandığın değerler ölçüsünde (veya inanmadığın) yaşayabilmek. Üstelik tüm bunları yaptıktan sonra “Yaptım, bitti bu konu ile işim” demeyip yeni argümanlarla karşılaşıldığında argümana göre şekillenebilme esnekliğini koruyabilmek.

Yani birisi 1 birim kitap okuduğunda inanmıyorsa ve 10 birim kitap okuyup inananlar varsa (tam tersi örneklerden hiç bahsetmiyorum bile) 1 birim kitap okuduğu zaman inanıyor veya inanmıyorsa ona uygun yaşamalı (sadece konumuz özelinde değil bence). 10 birim kitap okuyup kendinden farklı düşünenler kişide şöyle bir düşünceye yol açmalı "Benden çok daha zeki ve donanımlı olduğunu düşündüğüm insanlar benden farklı düşünüyor acaba yanlış mı düşünüyorum?" ve sonrasında kafasında soru işaretleri varsa "Bunlar ne demişler? ya da bunları böyle etkileyen kaynaklar ne demiş?" deyip bakmalı. “Senden kat ve kat fazla okuyanlar var” mantığıyla herkes entelektüelliğine en çok güvendiği bir kişiyi belirleyip her konuda onun düşündüğü gibi hareket etmeli, mesela herkes Chomsky ne derse onu yapmalı (bana uyar ama neyse). Ayrıca bahsedilen o kadar İslam'a geçen nerede? Çoğu kişi anne ve babasının dininde devam ediyor, değişiklikler çok çok az. Ayrıca başka dinlerden İslam'a geçenlerin oranına çok yakın bir oranda İslam'dan başka dinlere geçen var. Vereceğim iki linkten göreceğiniz gibi İslam'da, din değişmelerinde giren ve çıkan hemen hemen aynıyken; mesela Hristiyanlık'ta yaklaşık 3 milyon giren kişi sayısı fazla. Ayrıca dinlerin üye sayısının açık ara en önemli belirleyicisi mensuplarının doğurganlık oranları

“O kadar İslam’a geçen var.” algısının oluşmasında algıda seçicilik rol oynuyor. Biz zaten kişilerin bizim tarafımıza katılmasını istediğimiz için katılan kişileri görmeye daha meyilli oluyoruz ve istediğimiz yönde gerçekleşen olayları kaçırmazken, diğerlerini kaçırabiliyoruz. Haliyle bulunduğumuz taraf sandığımızdan kalabalık, karşı taraf sandığımızdan az kişi gibi geliyor. Ayrıca genellikle bir olayın sıklığını tahmin ederken “geri çağırabildiğimiz” olaylar etkili olduğu için(bkz availability heuristic) ve İslam’a geçenlerle ilgili bilgilerimizi hatırlamak çok kolay olduğu için dengesiz baktığımız tablo iyice dengesiz bir hal alıyor. Çünkü İslam'a geçen ünlüler herkesin dilinde, İslam'a kavuşanlarla ilgili belgeseller çekiliyor, röportajlar yapılıyor ama kimse İslam'dan ayrılanlarla ilgili belgesel yapmıyor. (İslama kavuşanlar adlı belgeselden bir bölüm mesela)

Üstelik olay burada da bitmiyor, karşılaştığımız örneklerin hikayeleri sunulurken çoğunlukla aktaranlar, örnekleri manipüle ediyor ve biz sunulan hikayeleri algılarken kendimizi rahatlatacak biçime oturtarak yorumluyoruz. Her nasılsa tüm İslam'a kavuşanlar; derinlemesine araştırma yapmış, düşünüp taşınmış oluyorken İslam'dan ayrılanlarınsa ayrılmalarını açıklayacak bir çıkarları veya karakter defektleri oluyor. 

  • "Ya zaten o geçen yıl bir çocukla tanışmıştı, sürekli takılıyorlardı kesin ondan etkilendi."         
  • "Onda biraz batı hayranlığı vardı zaten" 
  • "Günde 5 vakit ibadet etmek ağırına gidiyordu zaten, Müslüman olup yapmamayı da yakıştıramıyordu kendine.
  • Hristiyan oldu bir pazar gidiyor ibadete, hep tembelliğinden, kendini kandırıyor da farkında değil" 

gibi sebepler her ayrılan için öne sürülüyor ve bir arkadaş, sevgili veya başka bir şey uğruna din değiştirmiş oluyorlar. 

Üst paragrafta yazdığım etkilenmeleri, yüzeysel etkilenmeler sonucu bilinçsiz kararlar gibi aktardım ama böyle olmak zorunda değil. Sonuçta kimseye bir düşünce bir anda malum olmuyor, herkes bir şekilde çevreden etkileniyor ve düşünceleri değişiyor. Kimi zaman bu çevre bir kitap olur, kimi zaman kişi, kimi zaman site, kimi zaman blog…  Birinin arkadaşı bir şey söylediği zaman kimse arkadaşını kırmamak için fikir değiştirmiyor, söyledikleri mantıklı geldiği için fikir değiştiriyor. Ayrıca şöyle de bir gerçek var: bir x kişisinin, y kişisiyle tanışmasaydı dinini değiştirmeyecek olması ve y ile tanıştıktan sonra dinini değiştirmesi; dinini değiştirmesinin nedeninin y olduğu anlamına gelmiyor. (klasik yeterlilik ve gereklilik muhabbeti) Sadece değişiklik için gerekli şartları ona vermiş oluyor. Yani asıl neden y’nin verdiği şartlar.

Maalesef çoğu durumda, olayları istediğimiz çerçeveye uyacak şekilde rasyonelize ederken sadece korelasyon bulunduran durumları, biri diğerinin nedeni ve diğeri de sonucu şeklinde algılıyoruz. Yapmayın!

Gelelim bir diğer konuya. Benzer bir çelişkili bakış açısı barındırdığını düşündüğüm ayetlere ve kişilerin ayetleri mantıklarına uygun hala getirebilmek için neler yaptığına. 

İnceleyeceğim ayetler, daha önce de belirttiğim gibi, tartışmalarda en çok bahsedilen ayetler. Dolayısıyla daha önce benzer konularda bir şeyler okumuşsanız, büyük çoğunluğunu daha önce duymuş olmanız muhtemel ama bir de benden duymuş olun. İncelemelerim çoğunlukla kadın-erkek eşitsizliği, insan eşitsizliği (köle, cariye gibi) çerçevesinden bir bakış olacak; ayetler de ona göre seçilenler.

Başlıklara ayırırsak Hz. Muhammed'in çok eşli olması ve bunun sadece peygamberin bir uygulaması olarak kalmayıp Kuran'da da erkekler için dörde kadar eşe izin verilmesi, kadınların mirastan erkeklerin yarısı pay almaları, Hz.Ayşe'nin Hz. Muhammed'den çok çok küçük olması, boşanma haklarındaki cinsiyetlere göre farklılıklar ve son olarak da köle, cariye gibi kavramların geçmesi ve bu kavramların bazı ayetlerde günlük hayatta yer almasının anormal olmadığını belirtecek şekilde geçmeleri. Ayetleri savunan kişilerin savunmaları olarak belirttiğim görüşler de bireysel olarak karşılaştığım açıklamalardan ötesi değil. Dolayısıyla daha mantıklı açıklamaların olması muhtemel. Ama “ne deseler bana mantıklı gelir” diye düşündüğümde çoğu sorunun bir karşılığı yok. Eğer farklı ve size mantıklı gelen açıklamalar varsa yazarsınız. Başlayalım! 

Hz. Muhammed'in çok eşli olması konusu rasyonelize edilirken genel savunmanlar şunlar:  

  • "O dönem İslâm'ın ilk yıllarıydı ve yayılması lazımdı ve kadınlara da anlatılması lazımdı. 
  • Ayrıca o eş diye geçenlerin birçoğu yaşlı, dul kadınlardı ve onları himaye etmek, onlara yardımcı olmak için evlendi."(yazdıklarım ve fazlası bazı rasyonalizasyonlar için
Bir kere bir din yayılmak için, gerekirse ilkelerine ters düşen şeyleri yapabilir mi? (Ki bu bile Kuran'daki dörde kadar olan izni açıklamıyor, sadece Hz. Muhammed'in çok eşliliğinin dönemi gereği olduğunu açıklıyor.) Dinin kendini doğru anlatmaktan ziyade, kendini yaymak gibi bir amacı mı var? Hadi olsun diyelim. Yayılmanın tek yolu kadınlarla evlenip daha rahat bir şekilde anlatmak mı? Evlenmeden anlatılamıyor mu bu din?

Evlenmeden karşı cinse din anlatmayı, ahlâken uygunsuz kabul eden ve kendine haram olan kişilerle olan ilişkileri bu denli dikkatli (katı) kuran bir ahlâk yapısının böyle bir soruna çözüm olarak "O zaman evlenin anlatın" demesi ahlâki mi? Bir kere burada kişi bu engeli böyle aşsa bile, evlenmeyi dininin öğretilerini anlatmak için bir araç olarak görmek bir nevi işi kılıfına uydurmak; evliliğe bu kadar kutsal anlamlar yükleyen bir din için doğru mu? 

Birçoğu zaten yaşlı ve duldu, onlara yardımcı olmak için evlendi kısmına gelirsek. Karşı cinsine yardım etmenin yolu evlenip, cinsel beraberlik kurup sonra da yardımcı olup, koruyup gözetmek mi? Sadece yardım olmuyor mu?

Kadınların mirasta erkeğin yarısı pay alması konusuna gelirsek, bunun da rasyonelize etme yöntemi genel olarak şöyle.

  • "O dönemde geçim; erkek aracılığıyla oluyor ve genelde kadınlar erkeğin evine gelin olarak gidiyor. Erkeklerin de genel olarak baba evine yakın çevrede yaşamını devam ettirdikleri göz önüne alınırsa, miras yabancıya gitmesin mantığı ile böyle bir kural var." (Bu açıklama ve fazlası için)
gibi şeyler söyleniyor. Ayetleri, tamamen indiği dönem çerçevesinde incelersek; hepsi mantıklı zaten. Zaten o dönem kadın-erkek eşitsizliği var ve erkeğin iki katı alması mantıklı. Ayetlerdeki kurallar aynı zamanda tüm çağlara hitap ettiği için sıkıntı çıkıyor zaten.

Olay hem kadın-erkek eşit deyip, hem de bu ayetler çok mantıklı şeklinde açıklamaya çalışınca başlıyor. Bugünün değerlerine ters bir şeyi dönemi için normal olmasıyla açıklamak, o şeyi bugün için de normal yapmıyor ki, sadece anlaşılabilir yapıyor. Ayrıca aklarken kullanılan mirasın el evine gitmemesi olayının etkileri maalesef günümüzde halen devam ediyor. (Bu etkiyi sadece dine bağlamak imkansız tabiki ama yeri gelmişken bir de buradan vuralım) Çocuklarımızı evlendirdik şeklinde bir kullanım yerine; gelin aldık, kız verdik ifadelerinin kullanımı; bir babanın evli oğluna, evli kızına nazaran zor durumunda çok daha kolay para verebilmesi; kızı ve damadı yardım istediğinde damadın ailesine bakamayacaktınız niye aldınız gözüyle bakması… Hepsi ayetteki ve açıklamalarındaki mantığın günümüze yansıması.  

Hz. Ayşe'nin çok çok küçük yaşta evlenmesine bakarsak çoğunluğun kabul ettiği 9 yaş ve bu yaş 17, 18'e kadar çıkıyor kimilerine göre. (Hz. Ayşe'nin evlilik yaşı ile ilgili link.) 9 yaşında evlenmiş denildiği zaman "O abartı o kadar küçük değildi 14 yaşındaydı" gibi açıklamalar oluyor. (Bu açıklamadan sonra haaa tamam o zaman ben 9 biliyordum, 14'se olabilir dememiz mi bekleniyor anlamıyorum.) Yaşın sayısından bağımsız açıklamalar ise "O dönem kızlar çok daha erken olgunlaşıyordu" ile eğer evlilik ergenlik öncesi olmuşsa " Akıl bâli olana kadar sadece resmiyette evlilerdi, belli bir yaşa kadar halvet olayı gerçekleşmedi" gibi açıklamalar. Bu açıklamaların saçma yönünü belirtmek için soracağım sorular da “9, ne lan!” ve “sadece resmiyette evlilerdi ne demek abi, o zaman bekleselerdi.” Yine bu olay da dönem faktörüyle, o dönemde bu tarz evliliklerin çok da az olmadığı gösterilerek, dönemi için anlaşılabilir kılınabilir. Ama dönemine göre anladıktan sonra, bu bilgiyle ne yapabiliriz bilmiyorum.

Boşanma hususuna gelince benim yazacağım boyutu dışında sonrasında mal paylaşılması konularında vs. daha birçok adaletsizlik barındıran durumu olabilir, ben sadece boşanma olayının gerçekleşmesindeki ayrımcılığı inceleyeceğim. Bilindiği gibi erkek için 3 defa "Boş ol" demek boşanma için yeterli. Buna karşın bir kadın içinse yapması gereken mahkemeye başvurmak ve evliliklerindeki soruna göre "kadı" nın(yanlış anlaşılmasın, hakim olan) karar vermesini beklemek.  Yani kadın için "Sevmiyorum, sadece boşanmak istiyorum." geçerli bir neden değil. (Zaten bu geçerli bir neden kabul edilecek olsaydı kadıya gitmezdi olay). Üstüne üstlük kadınların boşanma hakkı yok denildiği zaman bu mahkemeyle boşanma konusu söylenip “Yoo var” diyerek karşı çıkılıyor. (Erkek zulmediyorsa ve boşanmak istemiyorsa, kadın mahkemeye başvurduktan sonra "kadı"nın kadının evliliği için rahatsız olduğu noktanın büyüklüğüne göre karar vermesi boşanma hakkı zaten. Allah razı olsun). 


Geldik son konumuz olan insanlar arasındaki eşitsizliğe. Kuran'da geçen köle, cariye kavramlarının bazı ayetlerde kullanımı(üstte link vermiştim konuyla ilgili), kölelik ve cariyeliğin; sadece ‘hikayelerde geçen ve yanlış olan bir şey olmaması’ bu kavramların günlük hayatta devam edebilir olmasının kabulünü belirtiyor. Ayrıca bu onayı köle ve cariyelere iyi davranmamızı öğütlemesinden veya hükümlerde köleye karşılık köle, hüre karşı hür gibi denklik ifadelerinden veya yaptığın bir hatayı düzeltmen için köle azat etmek gerek gibi ceza ifadelerinden de anlayabiliyoruz. Bu ayetler açıklanırken de:

  • “Uygulamalarda zaten bunun yanlış olduğu belirtilmiş”
  • “Serbest bırakmanın daha hayırlı olduğu belirtilmiş”
  • “O dönemki Arap toplumuna göre zaten verdiği değer ortada, insan hesabına almayıp işkence yapan Arap toplumuna iyi söz söylemelerini ve iyi muamele etmelerini öğütlemiş olmak, zaten dönemi için devrim niteliğinde”
gibi cevaplar en sık kullanılanlar.

Çoğu konuda uygulama konusunda anlatılagelen öğreti, Kuran'a tam uymadığı zaman bizim asıl kaynağımız Kuran, önce o derken (kesinlikle mantıklı olan bu mantık eleştiriyormuş gibi anlaşılmasın) bu konuda niye uygulamaya bakıp bunun Arap toplumuna çok ters geldiği ve onları yavaş yavaş bıraktırmaya yönelik bir amaç taşıdığı ve yoğun bir tepkiye yol açmaması için böyle bir yöntem benimsenmiş ve normalde yanlış şeyler olduğu kesin kabul edilmiş şeyler olduğu gibi düşüncelere giriyoruz? Niye "topluma ters gelecekse gelsin, doğru olan bu, kalan sağlar bizimdir" diye düşünülmemiş? Arap toplumunu alıştıra alıştıra doğruya kavuşturmak, kalan binlerce nesle de gönderilen bir kitapta aslında yanlış kabul edilen bir şey için “oladabilir” yazmak için bir sebep mi? Bence bir şeyin yanlış olduğunu anlatmak için sadece yanlış olduğunu yazmak biraz daha mantıklı olurdu. (Biraz kasmışlar).

Benim bu açıklamalarla ilgili en çok üzüldüğüm nokta; başka bir din için bu verdiğim örneklere eşdeğer örneklerin birini, kaynağından okumayı geçtim bir arkadaşımızdan "lan şu dinde şöyle bir şey varmış aq" şeklinde duymak, o dinin saçmalığına emin olmak ve inananları için "ya buna nasıl inanırlar?" demek ve bir daha o dini gündemimize dahi almamak için yeterliyken (mesela teslis inancı örnek olabilir buna. Çok Tanrı olursa karmaşa çıkıyor ya, tabi ko-operativite gelişmemiş o dönem) aynı örneklerle kendi dinimizde karşılaşınca niye yeteri kadar araştırmadığımızı düşünüyoruz?

Ayetler için yanlış, saçma diyenlere neden 100. alimin 1000. görüşünü okumadın diye soruyoruz? Niye bir kişi 100 kitap okusa bile 101'i okumadın o yüzden böylesin diyoruz? Niye dönemi sosyolojik, antropolojik, linguistik, coğrafi... açıdan milyon tane bilimle inceleyen ve bunlar yanlış diyen kişiye milyon+bir'inci bilimi hesaba katmadın onu da katsan anlayacaktın işte diyoruz? Üstelik bu tepkilerin hepsini milyon+bir’inci bilimleri hiç hesaba katmadan veriyoruz.

Ben farklı dinlere mesafemiz tamamen aynı olsun gibi bir şey beklemiyorum, olamaz da. İllaki içinde bulunduğumuz görüş her ne olursa olsun ona karşı biraz daha korumacı ve diğerleri için de biraz daha saldırgan olacağız. Ama belli şeyler karşısında da bu sınırlarımızın kırılabiliyor olması lazım. Bir konu mantıklı mı değil mi diye düşünürken önce; benim görüşüm için mantıklı mı olması lazım yoksa mantıksız mı diye düşünmemeliyiz. Sadece konuyu düşünmeliyiz ve çıkardığımız sonuç genel görüşümüze uygunsa pek âlâ ama uygun değilse de görüşümüzü sorgulayabilmeliyiz.

Aklımıza mantığımıza önce bir ket vurmayalım. Her tartışmamızda ben bunu kabul edersem, bana bunu diyecek diye düşünüp bazı şeyleri kabul ettiğimiz halde etmemiş gibi davranmayalım. Birisi bize dinimizle ilgili o ana kadar duymadığımız ve saçma gelen bir şey söylediği zaman söyleyeceğimiz şeyde acaba dinime ters bir şey mi söyleyeceğim korkusuyla konuşmayalım. Gerçekten nasıl düşünüyorsak ve nasıl olması mantıklı gelirse öyle konuşalım. Gerçekten tersse de bunu yeni duydum, bana mantıklı gelmedi diyebilelim.

Burada içinde 100'lerce alt karar bulunduran bir sistemi değerlendirirken bu sistemde kalabilmek için 100'lerce alt kararın hepsine tamamen ikna olmak zorundayız gibi bir şey demek istemiyorum. Ama her ne kadar çeşitli sistemlere göre ikna olmadığımız kısmı tolere edip katlanacağımız sınırlar farklı olup sınırları aşmak zor olabilse de, bir şekilde sınırlarımızın da olması lazım.

Mesela bu sistem bir siyasi sistemse bu sınır total yararı diğer sistemlerin üstünde tutmak olabilir. Bir kişi kendince toplam yararı diğer siyasi sistemlerden üstün olduğu sürece mantıklı gelmeyen birçok noktası olduğu halde bir siyasi sistemi savunabilir ve genel olarak kendini bir siyasi kitleye atfedebilir. Benzer bir durumu bilgisine, tecrübesine güvendiğimiz birisine de uyarlayabiliriz. Bu kişi bize aklımıza yatmayan bir öğüt verdiğinde bunu uygulamamız için daha önce verdiği birçok öğütte haklı çıkması veya bizi neden söylediğine ikna edebilmesi lazım ki aklımıza yatmayan öğüt, içimize çok sinmese de uygulayabilelim.

Buna karşın bu sistem dinse, aklımıza yatmayan kısımlarına "Vardır bir hikmeti" diyebilmemiz için birçok öğüdünün çok mantıklı gelmesi ve mantıklı gelmeyen kısmı için de maksimum "Bu çok da mantıklı gelmedi, tam içime sinmedi." gibi şeyler demeliyiz ki o dinin içinde kalalım ve tam sindiremediğimiz halde o öğütlerini de uygulayabilelim. Mesela %99 öğüdünün için "çok mantıklı" gelmesi %1 "tam içine sinmemeyi" tolere edebilir. Bu %99 "çok mantıklı" kısım bile %1 "olur mu böyle şey"i karşılamayabilir. Burada yazdığım oranlar hepimiz için tabi ki farklı. Hepimizin tatmin olma, olmama derecesi, tatmin olduğu argümanlar farklı, asıl olay bu oranları makul düzeylerde kurmak ve bir şeyi içine sindirme sürecinde hesaplarını bu makul düzey üzerinden yürütebilmek. 

Bir de aklımıza yatmayan kısımları aklımıza yatırma sürecinde kullanılan ve  direk soruyu açıklamak yerine, geçiştirmek için kullanılan (akla yatmayan kısımların olmasının normal olduğunu söyleyen) açıklamalar var ki amaç tamamen tartışma düzlemini kaydırıp ya suçu kişiye atmak ya da kişiyi gazlayıp göndermek.

Suçu kişiye atan yaklaşım genel olarak şöyle

  • "İbadetlerini yapıyor musun? Eğer ibadetlerimizi gereğince yapmıyorsak şeytanın hilelerine karşı yeterince savunmalı değiliz demektir, sen ibadetlerine sıkıca sarıl." 
Neden direk çözmek varken sebep buluyorsun ki soruna. Bu şuna benziyor. Öğretmenine anlamadığı yeri soran öğrenciye öğretmenin sabah kahvaltı yaptın mı diye sorup öğrenci kahvaltı yapmadıysa diğer günler kahvaltı yap demesi gibi. (Bir saniye bu örnek çok da saçma olmadı ama yine öğretmen hem soruyu cevaplayıp hem de kahvaltı yap dese daha iyi olur.) Üstelik bu örnekte kahvaltı yapmamak, gerçekten anlamamaya neden olabilir. Ama asıl örneğimize bakarsak iman eksikliğinin ve şüphenin nedeni, ibadetsizlik olamaz çünkü; zaten ibadet için gerek şart iman, önce imanlı ol ki gereklerini uygula. Burada doğru analoji şöyle bir şey olabilir. İş başvurusu için mülakata giden birine işe almama nedeni olarak: "performansını beğenmiyoruz, hiç işe gelmemişsin, hazırlaman gereken dosyalar hep eksik" gibi şeyler söylemek. (İş dünyasına uzaklar için not: önce işe girersin, sonra çalışırsın.)

Gaz alan açıklamalarsa şu minvalde: 

  • "Peygamberimize bir genç gelmiş ve şüpheleri olduğunu söylemiş. Peygamberimiz de ona, işte şimdi gerçek imana kavuştun. Önce taklidî imandaydın, tahkiki imana kavuştun demiş" veya 
  • "felsefeden bir damla alan Ateist olur iki damla alan imana kavuşur(yapma ya)" 
Burada da amaç soruyu soran, şüpheleri olan kişide "Vay be ben normalmişim ya. Hatta iyi yoldayım. Gerçek imana giden yolda ilerliyormuşum." fikrini oluşturmak. "Birazcık araştıran, düşünen kişilerde şüphe olur zaten, sen onu önemseme" demek. Şüpheyi gidermek için soruyu cevaplamak yerine “senin gibilerde şüphe olur ya” demek güzel bir cevap. Burada tek kelimeyle tartışma piç edilmiş.

Aklımıza yatmayan kısımları açıklayanları, geçiştirenleri inceledik son olarak da aklımıza yatmamasını açıklayanlara gelelim. Burada da genel olarak insanlar İslam çerçevesinde düşünmemekle ve bu konuların saçma gelmesinin düşünce mantıklarının tam gelişmemesi kaynaklı olmasıyla suçlanıyor. Zaten bir kişinin düşünce mantığı gelişmeden, önceki düşünce mantığını yetersiz görmesi zor. Herkes az çok kendinin mükemmel mantığı olduğunu, harika düşündüğünü düşünüyor. Ancak geçmişe dönüp baktığımızda “nasıl saçma akıl yürütmüşüm, nasıl çelişkiliymişim” diyebiliyoruz. (Büyük ihtimalle bu yazdıklarıma birkaç yıl sonra bakınca yetersiz gelecek; çünkü birkaç yıl önce yazdığım yazılar için şu an öyle düşünüyorum. Ama şu an mükemmel geliyor.)

İçinde bulunduğumuz anda mantığımızın eksik olduğunu anlayamıyoruz. Dolayısıyla düşünce mantığımızın gelişmediğinin söylenmesinin bizde karşılığı yok. Yani bize bu söylendikten sonra bizden daha mantıklı olduğu iddia edilen kişinin görüşünü "bu adam benden mantıklı onun dediğine uyuyum" deyip kabul etmemiz imkansız. Ancak gerçekten böyle bir durum varsa ve bahsedilen mantığa ulaşabilirsek ve de geçmişteki yapılan kıyaslama bizde "onun düşündüğü gibi düşünürsem o gün tartışmada o haklı çıkacak" şeklinde bir düşünceye yol açmaz ve egomuza yedirebilirsek o kişinin dediklerini kabul edebiliriz.

İslam çerçevesinde düşünme olayı ise tam bir karadelik. Başı, sonu belli değil. Şüpheleri ibadet eksikliğine bağlayan örnek gibi burada da aklımıza yatmama nedeni açıklanırken; olaylara İslam çerçevesinden bakmama, bu bakışı sağlayacak yeterlilikte dindar olmama gibi nedenler öne sürülüyor. Zaten bir kafa karışıklığını dini bakış açısındaki eksikliğe yormak, içinde doğduğun bir dinin eksik yanını görmemek için kafanı kuma gömmeye ve kuma gömmeyenlere de yanlış yapıyorsun demeye benziyor.

Şu örnekle biraz daha netleştirebiliriz. Bir pikap düşünün (din) ve birisinin (şüpheleri olan kişi) pikabın kasasına çıkıp ön tarafını ittiğini (soru işaretlerini gidermeye çalışma) ve bazı kişilerin pikabın gitmeme nedeni olarak üstündeki kişiyi yeteri kadar güçlü itmemekle (yeterince dindar olmama) suçlamalarını örnek gösterebiliriz. (Pek fizikle aranız yoksa asla hareket etmez) Yani problemin kaynağı olarak yöntem (üstünden itmeye çalışma) değil, kişi (üstteki kişi) görülüyor. Gördüğünüz gibi yaptığım analoji de sonlara doğru iyice boka sardı. Zaten bunların kafada canlandırma amaçlı yapılması gerektiğini ve genelde uzadıkça saçmalamaya başladığını Part 2'de daha detaylı anlatmıştım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ufak Bir Otobiyografi Part 1

Bilimin İşleyiş Mantığı

Data Dredging