Bilimin İşleyiş Mantığı

Karl Popper

Geçmişte arkadaşlarımla yaptığım burçlar ve etkileri ile ilgili bir tartışmada; burç yorumlarının öne sürdüğü etkilerin tutarsızlığını eleştirdiğimde, eleştirdiğim noktayı etkileyen başka faktörlerin de olduğunu ve tutarsızlığın bu başka faktörlerden kaynaklanmış olabileceğini belirten yorumlar aldıktan sonra; genel olarak bilim, bilimin işleyiş mantığı, bilimden beklentiler ve bilimin önemi ile ilgili bir şeyler yazmak istedim. 

Argümanlarımın gücü karşısında arkadaşlarımın nasıl afalladığını göstermek açısından kısaca diyalog şöyleydi:

Ben: Burçların insanı etkilemesi saçmalık.

Arkadaşlar: Saçma görünmesinin nedeni sadece burçların değil, yükselen gibi faktörlerin de etkili olması, o yüzden burcunu yansıtmayan çok kişi var.

Ben: Saçmalık.

Arkadaşlar: Bazılarında yükselen daha etkili hatta.

Ben: Saçmalık

Arkadaşlar: Daha onlardan başka yıldızların konumu, ışık alma miktarı bile etkili.

Eleştirime başlamadan önce, diyalogta en çok rahatsız olduğum ve yazıda çoğunlukla odaklanacağım kısmı belirterek başlıyım. Arkadaşımın her yeni söylediğim şeyin ardından yeni bir etkileyen faktör öne sürmesi ve sırf bu faktörlere inanmaması için bir sebep olmadığını düşündüğü için, inanmasının mantığının sorgulanamayacağını düşünmesi.

Diyalogun özetinden ve rahatsız olduğum noktadan sonra öncelikle bilimin tanımından başlayalım vikipedi tanımı şu:
"Science is a systematic enterprise that builds and organizes knowledge in the form of testable explanations and predictions about the universe."

Tanımda da görüldüğü gibi içinde bulunduğumuz evreni anlama yolunda ‘test edilebilir(yanlışlanabilir) açıklamalardan(hipotezlerden) yola çıkarak sistematik bir şekilde( çoğunlukla meşhur ‘p’) bilgiye ulaşma çabası. Buraya kadar hiç kimsenin bir sıkıntısı yok ve çıkmayacak gibi gözüküyor ama işler sonuçta ulaşılan bilgiden beklentilere geldiği zaman tepkilerin rengi değişiyor.

Şöyle ki çoğunlukla bilgiden beklediğimiz özellik kesinlik ve maalesef ‘daha doğru bilgi’ veya ‘kötünün iyisi bilgi’ gibi bir algı yok. Dolayısıyla da kesin olmasını beklediğin bir şeyin değişmesi(yani kesin olmadığının anlaşılması) kesinliği üretmeyi beklediğin kuruma güvenini zedeliyor(burada bilim). Sonunda da güveninin zedelendiği kurumdan çıkan sonuçlara karşı haddinden fazla bir şüphecilik(yumurtayı bir yiyin bir yemeyin diyorlar, ben perhiz falan dinlemem gibi) ve bilimin metodundan başka yol izlenerek ulaşılan sonuçlara ise ekstra bir tolerans ve 'neden olmasın' kafası gelişiyor(şunda çok işe yaramış bana niye yaramasın). Tüm bunların kaynağı olan güven zedelenmesi kısmının ne kadar mantıklı olduğuna bakalım.

Karl Popper üstte yazdığım bilginin 'ne kadar kesinliği' ayrımını ilk yapanlardan ve bilimi kesinliği(certainty) arama çabası olarak değil daha doğruyu[truth(gerçek de baya kesin bir şey olduğu için böyle kullandım)] arama çabası olarak görmüş. Referans olarak Karl Popper’ın tanımını alan biri için uzun yıllar doğru kabul edilen bir kanıya güven sarsıldığı zaman, kanının doğru olmadığı veya eksik kısımlarının olduğu anlaşıldığı zaman ‘aaa! bak ne oldu hani güvenilirdi?’ demek mantıksız. (referans olarak karl popper'ın tanımını almayanlar için kısa not: niye almıyosunuz? alın!)

Bilimi kesinliği(certainty) arama çabası olarak görüp sonra güvenleri sarsılınca ‘aaa! bak ne oldu hani güvenilirdi?’ diyenlerin ne kadar mantıklı olduğuna bakalım biraz da.

Öncelikle sohbetlerde, manşetlerde çok çok bahsedilmesine rağmen “kökten değişti, bildiğimiz her şey yanlışmış, bilimadamları panikte” sloganları hem işin populerize edilmiş kısmı(yani normalde çok çok azlar, tüm bilim tarihine bakıldığında çoğunlukla eklemelerle devam ediyor) hem de bilimin en önemli yapıtaşlarından biri olan şüpheciliğin önemini vurgulamak için pazarlanan kısmı. "Hiçbir şeyi direk kabul etmeyin, sorgulayın" gibi.(şüpheciliği yaymak için kullanılan örneğin sonuçlarının en ufak ihtimallerin doğru olabileceği yönünde kullanılması da güzel ironi bu arada)

Bir üstteki paragrafta yazdıklarım ışığında çoğunlukla olan şu: %99 olmayacak bir şeyi, tarihteki olmuş %1’i referans göstererek “e, işte olmuş vaktinde” diyerek keyfi bir şekilde %99'un söylediklerini önemsememek için kullanmak ve neye inanmak istiyorsan veya nasıl düşünmek istiyorsan o görüşlerini savunur şekilde devam etmeye zemin hazırlamak. Ne kadar mantıklı ne kadar değil kısmını sorgulamak yok.

Halbuki böyle bir ikilemde kalındığı zaman yapılması gereken %99’un olabilirliğine güvenmek ve %1 gerçekleşirse o zaman karar değiştirmek. Çünkü ortada uzmanlık denen bir olay var(bazı kişiler bu konularda daha doğru şeyler ortaya koyabilmek için yıllarını veriyor) ve de istisnalara rağmen çoğunlukla konsensus sağlanmış durumda(bahsettiğim tepkilerin verildiği tartışmaların çoğunda bilim dünyasında karşıt tepkiler yok denecek kadar az neredeyse). Ayrıca bir kişinin yaptığını çalışmanın ne kadar güvenilir olup olmadığını ölçen mekanizmalar da mevcut ve Allah'a şükür hiçbir kutsalın olmamasından dolayı eleştirel gözle bakacak ve denetleyecek onlarca kişi var.

Yazdığım tepkilerin aslında ne kadar keyfi olduğunu, kullanımlarında hiçbir tutarlılık bulunmadığını ve aslında sadece rasyonalizasyonu amaçladıklarını vereceğim üç örnek üzerinden inceleyelim.

Örnekler:
1-)Rölativite(görelilik) konusu. Oranı tamamen uydurduğum %1 kısmında en çok kullanılan örnek. Kütle çekim kanununu tahtından eden teori, ‘zaman’ın 4. bir boyut olduğunu söylüyor ve vaktinde kütle çekimle oluyor dediğimiz şeylerin kütlenin uzayı bükmesi sonucu olduğunu söylüyor.(Tahmin edebileceğiniz üzere ben de bilmiyorum rölativiteden tam neler çıktığını)

2-)Herhangi bir ilaç ve kullanımı olsun.

3-)Evrimdeki ortak ata teorisini olsun.

Şimdi verdiğim 3 örneğe, eleştirdiğim stereotipin verebilecekleri tepkileri yazıyım ve tutarsızlıklarına bakalım.

1'e-)Nasıl zaman 4. boyut olur lan! Vay aq, Einstein nasıl adammış, nereden aklına gelir şu?(bahsettiğim stereotiple tek ortak tepkimiz).

2'ye-)Prospektusta yazı çok küçük ya, gözümü bozacak aq, zaten bi sıkıntı olursa bi daha giderim.

3'e-)Kuran’a aykırı, olmaz lan böyle şey. bu kadar kompleks bir şey tek hücreden nasıl oluşacak, termodinamikin hangisi tam bilmiyom da bi yasasına da aykırı…

Gördüğünüz gibi birinci tepkide kişi nasıl olduğunu anlamlandıramadığı halde kabul ediyor, ikincide nasıl olduğunu anlamlandırıp anlamlandıramadığını bile bilmiyor, üçüncüdeyse mantığına yatmadığını belirtiyor.

Halbuki tartışırken bir sonraki adımda kullanılacak olan “vaktinde kütle çekime de herkes kesin doğru diyordu” tepkisi verdiğim 3 örnek için de geçerli olabilir. yıllarca kullanılıp hiçbir yararı olmadığı anlaşılan ilaçlar yok mu? var(bakınız talidomid). O halde 3 farklı tepki nereden kaynaklanıyor? 

Birinci ve ikincide gördüğümüz gibi genelde “bilim güvenilir değil” reaksiyonunun asıl tepkisi akla ve mantığa yatmama değil, 1'de ve 2'de gayet de güzel uzmanlığa ve konsensusa saygı var. Ayrıca akla yatma konusunda ortak ata teorisinin rölativiteyle karşılaştırılamayacak kadar sade ve anlaşılabilir olduğu tartışma götürmez.

O halde bu reaksiyonların asıl nedeni yeni bilginin kişiyi rahatsız edip etmemesi, 'comfort zone’unun ne kadar dışında olup olmadığı. Tepkilerde standarttan sapmalar asıl o zaman başlıyor ve savunmak istediğini savunmak için insan her yola başvuruyor(bizim oralarda %100 doğru bilginin altını kabul etmeyiz). Yoksa kişinin 'comfort zone'uyla böyle bir çatışma olmadığı zaman ne bilime ne biliminsanlarına güvenmede ne de bilim sayesinde kazanılan ekmekleri yeme konusunda bir sıkıntı oluşuyor. Ama iş 'status quo' yu yıkma boyutuna gelince reaksiyonlar başlıyor.

Aslında bilimin eksik yanları olarak öne sürülen ve saldırı amaçlı kullanılan yönleri, bilimin en güçlü kısımları ve bilime denetlenebilme imkanı sağlıyor. Bilim hiçbir zaman %100 gerçeğe ulaştım demeyeceği için gerçeğe ulaşmanın en güvenilir yolu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ufak Bir Otobiyografi Part 1

Data Dredging