Ufak Bir Otobiyografi Part 5

Yol fotosu devam


Peki Ya Allah Varsa


Şimdi gelelim, insanların kafasında onlarca soru işareti olmasına rağmen ve muhtemelen bu sorularına yanıt bulamasalar dahi, onları dinde tutan ve hala inanmalarına sebep olan “Peki Ya Allah Varsa” olayına.

Burada Allah’ın varlığı veya yokluğu değerlendirilirken şöyle bir yöntem izleniyor. Allah’a inanmayıp haklıysan 70 sene kazanırsın; ama haksızsan ve Allah varsa sonsuzluğu kaybedersin. Bu yüzden inanmak mantıklı olandır. (klasik Hz. Ali'ni kıssası ve Pascal'ın kumarı argümanları)

Bir kere bu argüman, Allah’ın varlığıyla veya yokluğuyla ilgili bir argüman değil. Sadece bir ön kabul (varsa ve inanıyorsan sonsuz mutluluk ve inanmıyorsan sonsuz azap, yoksa ve inanıyorsan 70 yıl kayıp ve inanmıyorsan 70 yıl kazanç) ve bu ön kabulün sonuçlarına göre ön kabulün doğruluğunu ve yanlışlığını inceliyor. (Yani incelemiyor.) Bazı kararları alırken, kararın olası sonuçları göz önünde bulundurulmalı. Ancak bu karar, karar alma sürecinde kararın sonuçlarının hesaba katılmasının gerektiği bir karar değil; hatta katılmaması gereken bir karar çünkü burada seçeceğimiz şey; “mantıklı” olan değil, “doğru” olan ve kararın olası sonuçlarının kararın doğruluğu ve yanlışlığına hiçbir etkisi yok. (bakınız wishful thinking)

Şöyle netleştirelim. Mesela bir işe girme kararında çalışma saatleri, maaş gibi faktörler göz önünde bulundurulur; ama zaten bu tarz kararlarda sonuçlar alınan kararların kendisidir. (Çok açıklayıcı oldu:( yani biz burada makul olanı seçiyoruz, bir şeyin doğruluğuna yanlışlığına karar vermiyoruz.) İşe girmek, tek başına bir karar değil ki sonuçlarından bağımsız düşünelim. Bu tip kararların aksine, kararın sonuçlarının kararın gerçekliğini etkilemeyeceği durumlarda sonuçlar hesaba katılmamalı.

Mesela tüm canlıların ortak atadan geldiği görüşü tartışılırken ve bu tartışma doğrultusunda bir sonuca varılmaya çalışılırken, maymunlarla ortak atadan gelme düşüncesinin iticiliği değerlendirme kriteri olarak alınmaz ve hesaba katılmaz. Başka bir örnek vermek gerekirse; “davranışlarımızı gerçekten özgür irademizle mi yaptığımız, yoksa yapmak zorunda olduğumuz için yaptığımız ve aynı zamanda özgür iradeyle yapıyor hissine mi kapıldığımız” konusu hakkında bir karara varırken, özgür iradenin olmamasının vereceği çaresizlik hesaba katılmamalı.  Kararın sonuçlarının, sorumuzun doğruluğunu ve yanlışlığını etkilemediği kararlarda; sonuçlar sadece içimize sindirme durumumuza göre kararı aldıktan sonra katlanılması, tahammül edilmesi veya sevinçle karşılanması gereken konulardan öteye geçemez.

 
Sonuçların hesaba katıldığı bir kararda zaten sonsuz bir iyilik vadeden veya sonsuz kötülükle tehdit eden kararın kaybetme ihtimali yok. (Sırf bu yönünden dolayı ilkesel olarak karşı çıkılabilir. Ayrıca insan ömrünün uzadığı düşünülünce, gün geçtikçe ateizmin mantıklılığı da artıyor bu mantığa göre:s) Bu düşünce mantığında ateizmin suçu sonuçlarını sonsuzla çarpmaması mı yani. Özetle demek istediğim %51 ateizme yakın, %49 inanmaya yakın olunsa bile ateizmi seçmenin mantıklı olduğu.

Ayrıca bu örnek inanmayan birini ikna etmek için veya tam arada olan birini inanma tarafına çekmek için kullanılan bir argüman olsa da; aslında sadece inanan birini, inanır tutmaya yarayabilir; çünkü sonuçları sonsuzla çarpıp haklı çıkmanın yolu inanmak. Sadece inanıyor gibi gözükmek bunu gerçekleştirmeye yetmiyor. Neredeyse her dinin ilk şartı inanmak ve inanmıyorsan ibadet namına yaptığın her şey boşa gidiyor. (bakınız, argument from inauthentic belief)

Kısaca, “ne olur ne olmaz inanıyım” mantığı geçerli değil. İnanmayan birisi için beklenen şu; ne olur ne olmaz diye düşünüp inanmak mantıklı olduğu için, ne olur ne olmaz demeden inanmak lazım. (Yani inanıyor gibi gözükemezsin inanman lazım.) Bu da haliyle inanmayan birisine çok da hitap etmiyor. İnanan birisi için baktığımızda ise yeteri kadar tarafsız düşünüp (sonuçta inanmama ihtimalini de hesaba katmış) inanma sonucuna vardığı hissini verdiği için kendini rahatlatma konusunda büyük ölçüde işine yarıyor. Ayrıca tarafsız düşünürken hesaba katılan inanmama durumu da, zaten bu ihtimal hesaba katıldığında dahi, eğer istenilen mantıkla düşünülürse haklı çıkıldığı için kullanılıyor. Yani önce düşünülüp karara varılmıyor, istenilen sonuca varmak için düşünülüyor.

Bu biraz dünya yörüngesinden bir cm sapsa (zaten sapıyor) tüm canlılık yok olurdu dedikten sonra, bunun gerçekleşme ihtimaline 1/sonsuz ihtimal atayıp sonra da tüm bunların tesadüfen olduğunu söyleyenleri, saçmalıkla suçlayanlara benziyor. Başka bir örnekle; ortak atadan gelme ihtimali, bir maymuna daktilo verip Romeo ve Juliet’i yazma ihtimali ile aynı demeye benziyor. Eğer bu senaryoları tamamen tesadüf kabul etsek bile, (ki değil) bu tesadüflerin gerçekleşmediği milyarlarca gezegende canlılık yok ve orada yaşamayanlar bunu söyleyemiyorlar. (Evrim için baktığımızda zaten birikimli ilerlediğine ve bu tesadüflerin ihtimalinin sadece gerekli mutasyonların gerçekleşme ihtimallerinin çarpımı olmadığına değinmiyorum bile. Bu konu böyle yüzeysel kalsın.) Bu kadar büyük bir evrende; bir yerlerde bunları söyleyebilen, sorgulayabilen canlıların oluşmaması imkansız. Bunları söyleyenler biz olmuş olamaz mıyız?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ufak Bir Otobiyografi Part 1

Bilimin İşleyiş Mantığı

Data Dredging