Ufak Bir Otobiyografi Part 2

Yol fotosu risksiz, akarı yok, kakarı yok.

Benzetme ve İspat


Lisede bir gün birkaç arkadaşımla beraber okuyucuların (Said Nursi’yi takip eden cemaatler içinden bir oluşum) bir sohbetine gitmiştim. Sohbetin konusu:
" Peki bunca şey niye var, Allah insanı niye yarattı?" idi.
Sohbeti veren kişi açıklamasını bir ‘hadis’e (sonrasında birkaç farklı kişiden çok da güvenilirliği yüksek olmayan bir hadis olduğunu da duymuştum ama yine de burada inceleyeceğim çünkü kimilerince güvenilir olmayan hadis yok galiba ama yine de kaynağı merak edenler için hadisin kime dayandığı ile ilgili bir link) dayandırıyordu ve dayandırılan hadis şu idi:
" Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim."
Sonrasında hadisin yorumu, tefsiri yapılırken de bize mantığını anlatmak için;
"Düşün ki sen bir padişahsın! Padişahlığının herkesçe bilinip, dillendirilmesini istemez misin? Üstelik Allah; kainatın padişahı. Dünyada bir bölgenin padişahı bile padişahlığının herkesçe bilinmesini isterken tüm kainatın padişahını düşün bir de." gibi bir analoji kurulmuştu.

Zaten oldum olası okuyucuların benzetme veya analoji ile bir şeyleri ispatlamaya çalışmasına ayar olurdum, o gün de bu bardağı taşıran son damla oldu ve sessizce dinlemeye devam edip yurda gidince "Ne alaka lan, nasıl benzetme bu?" gibi şeyler söyledim kendi kendime.
Serinin başka bir bölümünde de yazdığım gibi benzetme ve analojiler sadece kafada canlandırması zor konuları; belli çerçevelere oturtmak, kafada canlandırabilmek için yapılır, benzetme ve analojiler kullanılarak ispat yaptığın sanılmaz.

Genel olarak analojilerde ve bu analojide de yapılan şey şu: yüzlerce boyutu olan iki kavramı; (burada Allah ve padişah) benzerlik içeren bir boyutundan yararlanarak benzetme (hükümdarlık, hükmetme) sonrasında da yararlanılan boyutunun benzerliğinden dolayı işe yarayan boyutunun (kendisinin bilinmesini isteme) da benzemesi gerektiğini iddia etmek. Bizden beklenen ise:
" Hımm o benziyorsa bu da benzemeli. (O zaman Allah'ın bilinmek için insanları yaratması normal)" dememiz. Başka bir deyişle;
Seçilen iki kavramdaki benzerlik oranları yüksek olsa bile bu gerçek; kavramların seçilen herhangi bir boyutunun da benzer olmasını gerekli kılar mı? Gerekli kılsa bile böyle bir çıkarım yapabilmek için kavramların farklı boyutlarının ne kadarlık bir kısmının benzerlik barındırması gerek? gibi akla çok da zor olarak gelmeyen soruları es geçmemiz ve bize sunulanı kabul etmemiz.
Ayrıca analoji kullanılarak oluşturulan bir savla ikna olan kişi, eğer tutarlı bir yapıya sahipse, farklı örneklerle tam aksi argümanlara da kolaylıkla ikna olabilir.

Mesela aynı konu için farklı bir analoji kuralım:
"Nasıl ki bir sanatçı; eseri, birçok kişi için hiçbir şey ifade etmese bile sadece sanat için üretim yapıyorsa ve kimseden bir beklentisi yoksa; en güzel sanat eseri olan insanın yaratıcısı ve en büyük sanatçı Allah’ın da kimseden beklentisi yoktur ve dolayısıyla keşfedilme arzusu duymaz."
Tam aksini savunan ve en az hadisin açıklamasında kullanılan kadar kulağa hoş gelen bir analoji. (Kulağa hoş geleni özellikle kullandım analojinin kalitesini belirleyen fazla da etmen yok gibi)

Ayrıca bazı konular için Allah'ın hiçbir şeye benzetilmemesi gerektiğinin söylenmesi ve "O Allah, her şeye kâdir, illa anlamayacağımız noktaları olacak" denmesi; bazı konular içinse de benzetme kullanarak anlayabildiğimiz noktalarla varlığının ispatlanması çelişki. O günkü sohbet konumuz olan Allah’ın insanı yaratması, aynı zamanda bu çelişkinin kullanıldığı duruma güzel bir örnek.  
Zamanın akışında sürekli geriye doğru gittiğimizde, yani ondan önce ne vardı, ondan önce ne vardı... gibi sormaya devam ettiğimizde her şeyin "big bang"le başladığının saçma olduğunu çıkarmamız gerekiyorken aynı çıkarımı Allah'a uyguladığımızda(kainatı Allah yarattı ama Allah’tan önce ne vardı şeklinde)
"E, ‘O’ Allah doğmadı, doğurmadı, her şeyi o yarattı"
açıklaması ile yetinmemiz isteniyor. Nasıl olduğunu çözümleyemeyeceğimiz konularda neden Allah'ın hikmeti söz konusu olduğu zaman anlayamayacağımız noktaların olmasının doğallığından bahsediliyor? 

Kavramlara yüklenen anlamların büyüklüğünden sıyrılıp bakınca, ortaya şöyle bir durum ortaya çıkıyor.  
Bir varlığın (Allah), bir şeyi yapmasını (her şeyi yaratmak) o varlığın tanımına (Allah doğmamıştır, doğurmamıştır, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her şeyin ona ihtiyacı vardır.) bağlıyoruz. Sonra o yaptığı şeyin nasıl gerçekleştiğini aklımız almayınca da (her şeyi Allah yarattı, Allah’tan önce de bir şey yoktu ama Allah nasıl her zaman vardı ve o nasıl oluştu?) tanımında kullanılan yapabileceklerinin akıl almazlığı (kısaca istediği her şeyi yapabilir) nedeniyle nasıl yaptığını sorgulamanın saçmalığını veya yanlışlığını kabul ediyoruz.

İdeal bir çerçeveden bakıldığında tanım ele alınan varlığın özelliklerinden yola çıkarak oluşturulmalı, varlık tanım etrafında şekillenmemeli. Tabi ki bahsettiğim idealizm gözlemlenemeyen varlıklar veya kavramlar için %100 geçerli olamaz ancak özellikle varlığın tanım etrafında şekillenmemesi gerekliliğini belirtmesi açısından güzel bir yaklaşım ve tanımdan yola çıkarak at koşturmanın önünü kesen bir prensip. Aksi durumda istenilen hayali tanım oluşturulup istenilen her çerçeveye oturtulabilir.

Aklımızın almadığı veya açıklamaların olmadığı sorular; Allah'ın yokluğunu savunan taraf için de geçerli kuşkusuz ve iki tarafın da net bir cevabı yok. Ama asıl önemli nokta şu bence: cevapsızlık veya cevaptan tatminsizlik sonucunda bazı sorular karşısında ikilemde kalındığında, bir tarafın soruları çözemediğini iddia etmesi ve diğer tarafın soruların çözümünün olmadığını söylemesi çözümü yok diyen tarafı seçmemizi gerektirmiyor.
Neyse konudan biraz saptık asıl konuya dönelim. Çoğu durumda "O Allah hiçbir şeye benzemez" argümanı ile açıklamalar yapılırken; işe gelen yerde, Allah’ı bazı şeylere benzeterek açıklamalar yapmak samimiyetsiz bir yaklaşım. 


Bu bölümde temel amaç benzetme veya analoji ile bir şeyin ispatlanamayacağını belirtmek olsa da adettendir direk sunulan argümanı yani hadisi ve açıklamasını da inceleyelim.
 "Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim."
Başlangıç olarak böyle bir istekte bir kere enaniyet duygusu, bilinme, anılma isteği var. Ve bu tarz narsistik duyguların bende oluşturduğu çağrışımların iyi olduğunu söyleyemem. Ama oluşan çağrışımlara kişisel zevk gözüyle baksak ve enaniyetin sevilebilecek de bir özellik olabileceğini kabul etsek bile; bilinme, anılma isteği; hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir varlığa aykırı bir istek ve en iyi ihtimalle çelişki barındırıyor. Enaniyeti sevmememizi ve çelişki barındırmasını bir yana bırakalım ve Allah keşfedilmek istedi diyelim.

Keşfedilme arzusu var ve bu arzu giderilmek isteniyor ve bu durum hiçbir şeye ihtiyaç olmama sıfatına aykırı değil. Çözüm şuanki gibi mi olmak zorundaydı? Kuran’daki:
"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmiştir. O, Aziz'dir, Hakîm'dir." (Hadîd, 57/1)
"Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını fark etmiyorsunuz." (İsra, 17/44)
gibi birkaç farklı ayete bakalım mesela. 

Halihazırda Allah’ın varlığını keşfetmiş olan milyonlarca tür varken niye bir tür daha yaratıp o türde keşfedenlere sonsuz mutluluk, keşfetmeyenlere sonsuz azap sunulmuş? Kalan türler tatmin etmemiş mi? Biz de sadece keşfedebilsek başka ihtimal olmasa olmaz mıydı? Herhalde Allah bizim, onu keşfedebilme ihtimalimizi sevmiş ve bunun için bize özel opsiyonlar(keşfetmeme) sunmuş. E bu durumda da keşfedilmenin ihtimal olması için keşfedilmeme olması gerektiği bir sorun oluşturuyor. Keşfetmeyenler de amaca hizmet etmiş oluyor yani. Bu durumda da amaca hizmet edenin cezalandırılıyor olması sorunu ortaya çıkıyor. Ayrıca keşfetme veya keşfetmeme ne kadar bizim elimizde ya da bizim elimizde mi? Nereden bakarsak bakalım elimizde kalıyor durumu değil ama tutmak da bir hayli çaba gerektiriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ufak Bir Otobiyografi Part 1

Bilimin İşleyiş Mantığı

Data Dredging